21 Ocak 2016 Perşembe

2015-2016 EĞİTİM ÖĞRETİM YILI I. YARIYIL DEĞERLENDİRMESİ ,YILMAZ” 4+4+4 DAYATMASINDAN VAZ GEÇİLMELİDİR”


Eğitim-Sen Zonguldak Şube Başkanı Orhan Yılmaz yaptığı basın açıklamasında 2015-2016 Eğitim Öğretim yılı birinci yarıyılını değerlendirdi.
Orhan yılmaz değerlendirmesinde şu görüşlere yer verdi  “Eğitim sisteminin, eğitim ve bilim emekçilerinin yıllardır birikerek katmerleşen sorunlarının, çözüm noktasında bulunanların beceriksizleri nedeniyle yakın bir gelecekte de çözümlenmesi beklenmemektedir. Hem ülke genelinde hem de ilimiz özelinde yaşanılanlar Cumhuriyet tarihinin benzersiz örneklerini sergilemektedir. Eğitim öğretim yılının çatışmaların gölgesinde açılması, üstelik bu sürecin tüm yarıyıl boyunca sürdürülmesi, gerek ülkemiz, gerekse öğrenci, öğretmen ve veliler açısından benzeri daha önce görülmemiş riskleri ve uygulamaları gündeme getirmiştir.
2015-2016 eğitim öğretim yılının birinci yarısı, sokağa çıkma yasağının olduğu ilçelerde toplam 80.255 öğrenci ve 2.991 öğretmeni olumsuz etkilenmiştir. MEB her ne kadar ‘telafi eğitimi yapılacak’ iddiasında bulunsa da, öğrenci ve öğretmenlerin bu süreçte yaşadıkları ‘travma’ ve ‘endişe’lerin telafi edilebilmesinin hiç de kolay olmadığı açıktır.
Bu dönemde okullar çatışmaların hedefi haline getirilmiş, çok sayıda okul ve hastanenin yakılarak tahrip edilmesi nedeniyle eğitim ve sağlık hizmetleri başta olmak üzere tüm kamu hizmetleri kesintiye uğramış, halkın günlük yaşamı pek çok açıdan alt üst olmuştur.  
4+4+4 ile artan zorunlu-seçmeli din dersleri, aşırı kalabalık sınıflar, öğretmen yetersizliği, fiziki koşullar gibi pek çok neden birçok velinin özel okullara yönelmesini beraberinde getirmiş, bu durum kaçınılmaz olarak devlet okullarındaki eğitimin zayıflamasına neden olmuştur.  
Eğitim, devredilemez bir kamusal haktır. Piyasacı eğitim sistemi ise, yaşamın her düzeyinde rekabeti, hizmetin bedelini ödemeyi, yurttaşların müşteri haline getirilmesini hedefleyerek, toplumsal eşitsizliği daha da derinleştirmektedir.
Eğitimde 4+4+4 dayatması ile ‘dindar nesil’ yetiştirmeyi hedefleyen siyasi iktidar, Diyanet İşleri Başkanlığı üzerinden hedefini daha da büyüterek bilinçli ve programlı bir şekilde daha kolayca ‘şekil verebileceği’ 4-6 yaş gurubuna yöneltmiştir.
Türkiye’de sadece Sünni İslam’ın resmi temsilcisi konumunda olan Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından ülke çapında açılan kreş görünümlü Kur’ an kursları (sıbyan mektepleri) 4-6 yaş grubundaki okul öncesi çağdaki çocuklara dönem başından itibaren  “dini eğitim” vermeye başlamıştır.  Devlete ait okul öncesi eğitim kurumlarında velilerden aidat adı altında para talep edilirken, Diyanet’in açtığı kursların tamamen parasız olması dikkat çekicidir. Diyanete bağlı 4-6 yaş grubu Kur’ an kursları fiilen sıbyan mektebi işlevi görerek, okul öncesi eğitime alternatif hale getirilmiştir. 
   Kamu emekçilerinin hak ve özgürlüklerinin her açıdan hedef haline getirildiği bir dönemde Cuma günü mesai düzenlemesinin Cuma namazına göre ayarlanması AKP algı operasyonlarının, gündem saptırmasının, fırsatçılığının ve mezhepçi anlayışının somut bir göstergesi olarak ortaya çıkmıştır. Öncelikle belirtmek gerekir ki, eğitim hizmetleri başta olmak üzere tüm kamu hizmetlerinin dini kural ve referanslara göre düzenlenmesi laiklik anlayışına ve anayasadaki eşitlik ilkesine temelden aykırıdır. Çalışma yaşamında yapılacak düzenlemelerde evrensel hukuk normları ve demokratik ilkeler esas alınmak ve hiç kimseye ayrımcı, dışlayıcı davranışlarda bulunulmamak gerekir.
Bu uygulama ile kamu emekçileri arasında ayrımcılığın ve gerilimin artması, okullarda, hastanelerde, kısacası kamu hizmetlerinin yürütüldüğü tüm alanlarda Cuma namazına gitmiş olmak ya da olmamanın yeni bir kayırma ya da dışlanmanın aracı haline getirilmesi kaçınılmazdır.
Devlet, dini kurallara dayalı kanunlar çıkaramayacağı gibi, dindarların dini yaşantılarını olumsuz yönde sınırlandırıcı ya da olumlu yönde “teşvik edici” uygulamalar yapamaz. Laik bir devlet, “dinlerin kuralları nelerdir, insanlar nasıl ibadet ederler, ibadeti nerede ve ne zaman yaparlar” gibi konulara karışamaz, karışmamalıdır.
AKP iktidarı döneminde sayıları iki kat artan dershaneler, “paralel ile mücadele” adı altında kapatılıp özel okula dönüştürülürken, bu durumu fırsata çevirmek isteyen MEB, “Temel Lise” adı altında yeni tür özel liseler oluşturmuştur. Çoğu dershaneden dönüşen, ara katlarda, iş hanlarında açılan ve bir okulda olması gereken en temel özelliklerin bile aranmadığı temel liselerin asıl işlevinin lise eğitiminin içinin boşaltılarak hızla özelleşmesi ve tamamen üniversite sınavına endeksli hale getirilmesi olduğu açıktır.
İktidarın asıl niyeti öğrencileri dershanelerden kurtarmak değil, bu bahaneyle kamusal eğitimi tasfiye edip, eğitimi tamamen piyasa ilişkileri içine çekmek, kamu kaynaklarını özel okullara aktarmak ve kamusal eğitimi büyük ölçüde tasfiye etmektir. Bu nedenle kamusal eğitimin önündeki en büyük engellerden birisi olan temel liseler derhal kapatılmalı, kamusal eğitimi güçlendiren adımlar atılmalıdır.
Proje okullara müdür ve öğretmen atamalarının doğrudan Milli Eğitim Bakanı tarafından yapılması, Bakanın Türkiye'nin en gözde okullarına sınavsız olarak istediği öğretmen ve müdürü atamasının önünü açması ciddi sorunları beraberinde getirmiştir. Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı okulların büyük bölümünün müdürlerini kendi siyasal çizgisindeki insanlardan oluşturan bir bakanlığın “proje okulları” benzer bir mantık üzerinden belirlemeye başlaması bu okullarda çalışan çok sayıda öğretmenin başka okullara sürgün edilmesine neden olmuştur.
Okullarda ve üniversitelerde Eğitim Sen üyelerine yönelik olarak başlatılan soruşturma, sürgün, baskı ve cezaların en yoğun olduğu dönemlerden birisi yaşanmaktadır. Başta eğitim hakkı olmak üzere, temel hak ve özgürlükler konusundaki yıllardır ilkeli ve kararlı duruşundan taviz vermeyen üyelerimiz, kimi zaman tamamen iktidarın denetimine giren ‘yargı’ ve ‘hukuk’  kıskacına alınarak cezalandırılmak istemekte, kimi zaman da tamamen siyasi talimatlar ile sürgün kararları verilerek yıldırılmak istenmektedir.
Son olarak önemli bir bölümünü sendikamız üyelerinin oluşturduğu ‘Barış İçin Akademisyenler İnisiyatifi’ne yönelik linç kampanyası, hukuksuz bir şekilde gerçekleştirilen soruşturma ve gözaltılar ülkede eğitime, eğitim ve bilim emekçilerine ne kadar değer verildiğini göstermesi açısından ibret vericidir. ‘Çocuklar ölmesin’ diyen öğretmene soruşturma açan, barış için imza veren akademisyenleri hedef göstererek linç etmeye çalışan bir zihniyetin ne bu ülkeye, ne de eğitime herhangi bir katkısının olması mümkün değildir. 
Eğitim Sen’in şube müdürlerinin ve okul müdürlerinin değerlendirilmesi ve görevlendirilmesi ile ilgili olarak açmış olduğu davalarda sendikamızı haklı bulunmuş ve çok sayıda yürütmeyi durdurma ve iptal kararı verilmiştir. Mahkeme kararı ile birlikte mülakatla yapılan tüm sınavların ve yapılan görevlendirmenin iptal edilmesi gerekirken, Milli Eğitim Müdürlükleri  iktidarın izinden giderek yargı kararlarını uygulamamakta ısrar etmekte, hukuksuzluğu ve keyfiliği kural haline getirmektedir. Bu konuda ilimizde yaşananlar ülkede yaşananlardan bağımsız değildir. Düşük puan verilerek müdürlük görevinden alınanlar mahkemeden 2 kez iptal kararı almalarına rağmen yargı kararları uygulanmamakta , adeta suç işlenmeye devam edilmektedir.Bu konuda eminiz ki yetkililer birinci kanaat dönemine ait karnelerinin yetersizliğinin yanı sıra kendileri hakkında yapacağımız suç duyuruları ve haklarında  açılacak tazminat davalarının sonuçlarına da katlanırlar.
Eğitimde yıllardır sorunlarının çözülmesini bekleyen bir diğer kesim ise genel idari hizmetler, teknik, yardımcı hizmetler ve 4-c statüsünde çalışan eğitim emekçilerinin karşı karşıya oldukları sorunlardır. Eğitimin sağlıklı bir şekilde işlemesi için büyük emeği olan bu arkadaşlarımızın görev tanımının ve mesai saatlerinin çoğu zaman belli olmaması, görev tanımları olmadığı için her işi yapar hale getirilmesi, çözülmesi gereken acil bir sorundur. Özellikle yardımcı hizmetler alanında yaşanan taşeronlaşma uygulamalarına derhal son verilmek zorundadır.
Türkiye’deki okulların yarısına yakın bir kısmında taşeron şirketler, İŞKUR ya da okul aile birliklerinin çabalarıyla yardımcı hizmetliler geçici süreli olarak okullarda çalıştırılmaktadır. Güvencesiz statüde çalışan yardımcı hizmetliler çoğu zaman ücretlerini almakta zorluk yaşamakta, kamu kaynaklarını özel okullara aktaran siyasi iktidar, okulların en temel ihtiyaçlarını karşılaması için okullara ihtiyacı kadar ödenek ayırmayarak, eğitimde ticarileştirme uygulamalarını doğrudan teşvik etmektedir.
Son olarak eğitim sistemindeki çürümeyi hızlandıran 4+4+4 dayatmasından uygulamasından derhal vazgeçilmeli, ataması yapılmayan öğretmenlerin atanması yapılmalı, AKP döneminde haksız olarak yapılan tüm atama ve görevlendirmeler iptal edilmeli, eğitim sistemini alt üst eden tüm uygulamalar derhal durdurulmalıdır. Eğitimin hiçbir aşamasında öğrenci ve öğretmenlere dayatmada bulunulmamalı, öğretmen, öğrenci ve velilerin eğitim sistemine yönelik kaygılarını giderici düzenlemeler yapılarak, tüm ülkenin üzerine çöken mevcut eğitim enkazı en kısa sürede kaldırılmalıdır.

Okulöncesi eğitimden başlayarak eğitim yatırımlarına, ders kitaplarının hazırlanmasından eğitim yöneticilerinin belirlenmesine; sınıf mevcutlarından eğitimin kamusal, bilimsel, demokratik, laik ve her bireyin kendi anadilinde yapılması ilkesine uygun adımlar atılmalı, eğitimde yaşanan ticarileştirme ve eğitimi dinselleştirme adımlarına derhal son verilmelidir. “

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumunuz alındı. Kısa süre içinde yayınlanacaktır. Teşekkür ederiz