Eğitim-Sen Zonguldak Şube Başkanı Orhan
Yılmaz yaptığı basın açıklamasında 2015-2016 Eğitim Öğretim yılı birinci
yarıyılını değerlendirdi.
Orhan yılmaz değerlendirmesinde şu
görüşlere yer verdi “Eğitim sisteminin, eğitim ve bilim emekçilerinin yıllardır birikerek
katmerleşen sorunlarının, çözüm noktasında bulunanların beceriksizleri
nedeniyle yakın bir gelecekte de çözümlenmesi beklenmemektedir. Hem ülke
genelinde hem de ilimiz özelinde yaşanılanlar Cumhuriyet tarihinin benzersiz örneklerini
sergilemektedir. Eğitim öğretim yılının çatışmaların
gölgesinde açılması, üstelik bu sürecin tüm yarıyıl boyunca sürdürülmesi, gerek
ülkemiz, gerekse öğrenci, öğretmen ve veliler açısından benzeri daha önce
görülmemiş riskleri ve uygulamaları gündeme getirmiştir.
2015-2016
eğitim öğretim yılının birinci yarısı, sokağa çıkma yasağının olduğu ilçelerde toplam
80.255 öğrenci ve 2.991 öğretmeni olumsuz etkilenmiştir. MEB her ne kadar
‘telafi eğitimi yapılacak’ iddiasında bulunsa da, öğrenci ve öğretmenlerin bu
süreçte yaşadıkları ‘travma’ ve ‘endişe’lerin telafi edilebilmesinin hiç de
kolay olmadığı açıktır.
Bu
dönemde okullar çatışmaların hedefi haline getirilmiş, çok sayıda okul ve
hastanenin yakılarak tahrip edilmesi nedeniyle eğitim ve sağlık hizmetleri
başta olmak üzere tüm kamu hizmetleri kesintiye uğramış, halkın günlük yaşamı pek
çok açıdan alt üst olmuştur.
4+4+4
ile artan zorunlu-seçmeli din dersleri, aşırı kalabalık sınıflar, öğretmen
yetersizliği, fiziki koşullar gibi pek çok neden birçok velinin özel okullara
yönelmesini beraberinde getirmiş, bu durum kaçınılmaz olarak devlet okullarındaki
eğitimin zayıflamasına neden olmuştur.
Eğitim, devredilemez bir kamusal
haktır. Piyasacı eğitim sistemi ise, yaşamın her düzeyinde rekabeti, hizmetin
bedelini ödemeyi, yurttaşların müşteri haline getirilmesini hedefleyerek, toplumsal
eşitsizliği daha da derinleştirmektedir.
Eğitimde
4+4+4 dayatması ile ‘dindar nesil’ yetiştirmeyi hedefleyen siyasi iktidar, Diyanet
İşleri Başkanlığı üzerinden hedefini daha da büyüterek bilinçli ve programlı
bir şekilde daha kolayca ‘şekil verebileceği’ 4-6 yaş gurubuna yöneltmiştir.
Türkiye’de
sadece Sünni İslam’ın resmi temsilcisi konumunda olan Diyanet İşleri Başkanlığı
tarafından ülke çapında açılan kreş görünümlü Kur’ an
kursları (sıbyan mektepleri) 4-6 yaş grubundaki okul öncesi çağdaki çocuklara
dönem başından itibaren “dini eğitim”
vermeye başlamıştır. Devlete ait okul
öncesi eğitim kurumlarında velilerden aidat adı altında para talep edilirken,
Diyanet’in açtığı kursların tamamen parasız olması dikkat çekicidir. Diyanete
bağlı 4-6 yaş grubu Kur’ an kursları fiilen sıbyan mektebi işlevi görerek, okul
öncesi eğitime alternatif hale getirilmiştir.
Kamu
emekçilerinin hak ve özgürlüklerinin her açıdan hedef haline getirildiği bir
dönemde Cuma günü mesai düzenlemesinin Cuma namazına göre ayarlanması AKP algı operasyonlarının, gündem saptırmasının,
fırsatçılığının ve mezhepçi anlayışının somut bir göstergesi olarak ortaya
çıkmıştır. Öncelikle belirtmek gerekir ki, eğitim hizmetleri başta olmak üzere
tüm kamu hizmetlerinin dini kural ve referanslara göre düzenlenmesi laiklik
anlayışına ve anayasadaki eşitlik ilkesine temelden aykırıdır. Çalışma
yaşamında yapılacak düzenlemelerde evrensel hukuk normları ve demokratik
ilkeler esas alınmak ve hiç kimseye ayrımcı, dışlayıcı davranışlarda bulunulmamak
gerekir.
Bu uygulama ile kamu emekçileri arasında ayrımcılığın ve
gerilimin artması, okullarda, hastanelerde, kısacası
kamu hizmetlerinin yürütüldüğü tüm alanlarda Cuma namazına gitmiş olmak ya da
olmamanın yeni bir kayırma ya da dışlanmanın aracı haline getirilmesi
kaçınılmazdır.
Devlet, dini kurallara dayalı
kanunlar çıkaramayacağı gibi, dindarların dini yaşantılarını olumsuz yönde
sınırlandırıcı ya da olumlu yönde “teşvik edici” uygulamalar yapamaz. Laik bir
devlet, “dinlerin kuralları nelerdir, insanlar nasıl ibadet ederler, ibadeti
nerede ve ne zaman yaparlar” gibi konulara karışamaz, karışmamalıdır.
AKP
iktidarı döneminde sayıları iki kat artan dershaneler, “paralel ile mücadele”
adı altında kapatılıp özel okula dönüştürülürken, bu durumu fırsata çevirmek
isteyen MEB, “Temel Lise” adı altında yeni tür özel liseler oluşturmuştur. Çoğu
dershaneden dönüşen, ara katlarda, iş hanlarında açılan ve bir okulda olması
gereken en temel özelliklerin bile aranmadığı temel liselerin asıl işlevinin lise
eğitiminin içinin boşaltılarak hızla özelleşmesi ve tamamen üniversite sınavına
endeksli hale getirilmesi olduğu açıktır.
İktidarın
asıl niyeti öğrencileri dershanelerden kurtarmak değil, bu bahaneyle kamusal
eğitimi tasfiye edip, eğitimi tamamen piyasa ilişkileri içine çekmek, kamu
kaynaklarını özel okullara aktarmak ve kamusal eğitimi büyük ölçüde tasfiye
etmektir. Bu nedenle kamusal eğitimin önündeki en büyük engellerden birisi olan
temel liseler derhal kapatılmalı, kamusal eğitimi güçlendiren adımlar
atılmalıdır.
Proje okullara müdür
ve öğretmen atamalarının doğrudan Milli Eğitim Bakanı tarafından yapılması,
Bakanın Türkiye'nin en gözde okullarına sınavsız olarak istediği öğretmen ve
müdürü atamasının önünü açması ciddi sorunları beraberinde getirmiştir. Milli
Eğitim Bakanlığı’na bağlı okulların büyük bölümünün müdürlerini kendi siyasal
çizgisindeki insanlardan oluşturan bir bakanlığın “proje okulları” benzer bir
mantık üzerinden belirlemeye başlaması bu okullarda çalışan çok sayıda
öğretmenin başka okullara sürgün edilmesine neden olmuştur.
Okullarda ve üniversitelerde Eğitim
Sen üyelerine yönelik olarak başlatılan soruşturma, sürgün, baskı ve cezaların en
yoğun olduğu dönemlerden birisi yaşanmaktadır. Başta eğitim hakkı olmak üzere,
temel hak ve özgürlükler konusundaki yıllardır ilkeli ve kararlı duruşundan
taviz vermeyen üyelerimiz, kimi zaman tamamen iktidarın denetimine giren ‘yargı’
ve ‘hukuk’ kıskacına alınarak cezalandırılmak istemekte, kimi zaman da tamamen
siyasi talimatlar ile sürgün kararları verilerek yıldırılmak istenmektedir.
Son olarak önemli bir bölümünü
sendikamız üyelerinin oluşturduğu ‘Barış İçin Akademisyenler İnisiyatifi’ne
yönelik linç kampanyası, hukuksuz bir şekilde gerçekleştirilen soruşturma ve
gözaltılar ülkede eğitime, eğitim ve bilim emekçilerine ne kadar değer
verildiğini göstermesi açısından ibret vericidir. ‘Çocuklar ölmesin’ diyen
öğretmene soruşturma açan, barış için imza veren akademisyenleri hedef
göstererek linç etmeye çalışan bir zihniyetin ne bu ülkeye, ne de eğitime
herhangi bir katkısının olması mümkün değildir.
Eğitim
Sen’in şube müdürlerinin ve okul müdürlerinin değerlendirilmesi ve
görevlendirilmesi ile ilgili olarak açmış olduğu davalarda sendikamızı haklı
bulunmuş ve çok sayıda yürütmeyi durdurma
ve iptal kararı verilmiştir. Mahkeme kararı ile birlikte mülakatla yapılan tüm
sınavların ve yapılan görevlendirmenin iptal edilmesi gerekirken, Milli Eğitim Müdürlükleri iktidarın izinden giderek yargı kararlarını
uygulamamakta ısrar etmekte, hukuksuzluğu ve keyfiliği kural haline
getirmektedir. Bu konuda ilimizde yaşananlar ülkede yaşananlardan bağımsız
değildir. Düşük puan verilerek müdürlük görevinden alınanlar mahkemeden 2 kez
iptal kararı almalarına rağmen yargı kararları uygulanmamakta , adeta suç işlenmeye
devam edilmektedir.Bu konuda eminiz ki yetkililer birinci kanaat dönemine ait
karnelerinin yetersizliğinin yanı sıra kendileri hakkında yapacağımız suç
duyuruları ve haklarında açılacak
tazminat davalarının sonuçlarına da katlanırlar.
Eğitimde
yıllardır sorunlarının çözülmesini bekleyen bir diğer kesim ise genel idari
hizmetler, teknik, yardımcı hizmetler ve 4-c statüsünde çalışan eğitim
emekçilerinin karşı karşıya oldukları sorunlardır. Eğitimin sağlıklı bir
şekilde işlemesi için büyük emeği olan bu arkadaşlarımızın görev tanımının ve
mesai saatlerinin çoğu zaman belli olmaması, görev tanımları olmadığı için her
işi yapar hale getirilmesi, çözülmesi gereken acil bir sorundur. Özellikle
yardımcı hizmetler alanında yaşanan taşeronlaşma uygulamalarına derhal son
verilmek zorundadır.
Türkiye’deki
okulların yarısına yakın bir kısmında taşeron şirketler, İŞKUR ya da okul aile
birliklerinin çabalarıyla yardımcı hizmetliler geçici süreli olarak okullarda
çalıştırılmaktadır. Güvencesiz statüde çalışan yardımcı hizmetliler çoğu zaman
ücretlerini almakta zorluk yaşamakta, kamu kaynaklarını özel okullara aktaran
siyasi iktidar, okulların en temel ihtiyaçlarını karşılaması için okullara
ihtiyacı kadar ödenek ayırmayarak, eğitimde ticarileştirme uygulamalarını doğrudan
teşvik etmektedir.
Son olarak eğitim
sistemindeki çürümeyi hızlandıran 4+4+4 dayatmasından uygulamasından derhal
vazgeçilmeli, ataması yapılmayan öğretmenlerin atanması yapılmalı, AKP
döneminde haksız olarak yapılan tüm atama ve görevlendirmeler iptal edilmeli,
eğitim sistemini alt üst eden tüm uygulamalar derhal durdurulmalıdır. Eğitimin
hiçbir aşamasında öğrenci ve öğretmenlere dayatmada bulunulmamalı, öğretmen,
öğrenci ve velilerin eğitim sistemine yönelik kaygılarını giderici düzenlemeler
yapılarak, tüm ülkenin üzerine çöken mevcut eğitim enkazı en kısa sürede
kaldırılmalıdır.
Okulöncesi eğitimden başlayarak
eğitim yatırımlarına, ders kitaplarının hazırlanmasından eğitim yöneticilerinin
belirlenmesine; sınıf mevcutlarından eğitimin kamusal, bilimsel, demokratik,
laik ve her bireyin kendi anadilinde yapılması ilkesine uygun adımlar atılmalı,
eğitimde yaşanan ticarileştirme ve eğitimi dinselleştirme adımlarına derhal son
verilmelidir. “